VÜCUTTA ASİT-BAZ DENGESİ NEDEN ÖNEMLİDİR?
Son aylarda alkali
beslenmeyle ilgili birçok şey duyduğunuzu ya da okuduğunuz tahmin ediyorum. Ben
biraz bilimsel kısmına değinmekle beraber ph meselesini sizlere açıklamak
istedim. Her dönem beslenmeyle ilgili genelde uzman olmayan kişilerce bir
şeyler popüler hala getirilir, bundan güzel paralar kazanılır sonra ise
hatırlayan bile olmaz. İşte alkali diet konusu da şu andaki son moda…
Vücut sıvılarımızdaki
hidrojen iyonlarının (H+) konsantrasyonun bu sıvıların asidik veya bazik özellikler
taşımasına sebep olur. H+ konsantrasyonunu belirtmek için pH sembolü
kullanılır. H+ fazla olduğunda ph düşer ve asidoz denilen durum oluşur. H+ azaldığında
ise ise pH yükselir ve alkaloz adı verilen durum oluşur. Vücudumuzda kanımızın
pH'sını ortalama pH 7.4’
de sabit tutulmaya çalışan bazı sistemler vardır. Çünkü kan pH değerinin 7.35'in
altında veya 7.45'in üzerinde olması durumunda hayati tehlike oluşur.
Vücutta biriken H+’i uzaklaştıran
en önemli sistem sodyumbikarbonat (NaHCO3) Tamponlama Sistemidir. Bu sistemde
hücre içinde ve dışında NaHCO3 seviyesinin yükselmesiyle H+ ortamdan uzaklaştırılır.
Böylece H+ konsantrasyonu azalır, asite dönmüş olan kan ve idrar pH'sı yükselerek normal düzeye gelir ve alkali etki
başlar.
Vücutta biriken
H+ yorgunluğun daha hızlı gelişmesine de
sebep olur. Özellikle sportif faaliyetler alanında çalışan araştırmacılar artan
H+ ‘nin vücuttan atılarak pH seviyesinin normale döndürülmesinin aşırı yorgunluğu
engellediğini; egzersiz sırasında sporcuya dışarıdan NaHCO3 yüklemenin pH düzeyini
yükseltmede yararlı olabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak bu alanda yapılan araştırmalarda
performansın arttığını gösteren örnekler olduğu gibi olumlu etkisinin olmadığını
gösteren örnekler de vardır.
NaHCO3 ‘ın bilinçsiz kullanımı birçok hastalığa olumsuz etki edebilmektedir. Özellikle kişide potasyum kaybına yol açan bir durum varsa, metabolik alkaloz tehlikesi oluşur. Sodyum ve sıvı yüklemesi potansiyel taşıyan kişilerde kalp yetmezliğine yol açabilir. Bu yüzden, kalp veya böbrek yetmezliği sorunu olanlarda, hipertansiyonlularda, akciğerinde ödemi riski olanlarda, gebelik zehirlenmesinde dikkatli kullanılmalıdır.
Ayrıca NaHCO3 ‘ın
kontrolsüz kullanımı bazı ilaçların etkisini artırarak bazılarının ise
azaltarak kişilerin gördükleri tedavileri olumsuz etkileyebilmektedir. Örneğin
amfetamin, efedrin (astım ve solunum yolu rahatsızlıklarının tedavisinde), psödoefedrin
(rinit, soğuk algınlığı ve grip tedavisinde) ve kininin (sıtma tedvisinde)
toksisite seviyesini artırırken; lityum (bipolar bozukluk tedavisinde), klorpropamid
(oral antidiabetik) ve salisilatın (asprin vb.) ise etkinlik seviyesini
azaltır.
Mayo kliniklerinin de
bu konudaki görüşü alkalin ph’daki sıvıları içmenin kanıtlanmış bilimsel bir
etkisinin olmadığı yönünde… Kilo vermenin hızlı ve mucizevî bir yolu olmadığını
öncelikle kabul etmek zorundayız. Kilo verme konusunda en büyük başarı kalıcı bol
su içmek, yeterli miktarlarda sebze ve meyve tüketmek ve düzenli egzersiz
yapmak gibi davranış değişikliği oluşturabildiğimiz takdirde gerçekleşmektedir.
Kilo vermedeki ilk adımı metabolizmanın harcayabildiğinden daha fazla kalori
tüketmeye son vermektir. Dengeli ve kalorisi ayarlanmış bir
beslenme programını fiziksel aktivite ile desteklediğinizde kas kütlenizden
değil yağ kütlenizden kilo vermeye başladığınızı göreceksiniz. Fiziksel
aktivitenizi artırmak kas kütlenizi artıracaktır. Kas kütlesinin artması ise
bazal metabolizmanızın daha hızlı çalışmasını böylelikle daha kolay kilo
vermenizi sağlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder