24 Ocak 2013 Perşembe


VÜCUTTA ASİT-BAZ DENGESİ NEDEN ÖNEMLİDİR?

        Son aylarda alkali beslenmeyle ilgili birçok şey duyduğunuzu ya da okuduğunuz tahmin ediyorum. Ben biraz bilimsel kısmına değinmekle beraber ph meselesini sizlere açıklamak istedim. Her dönem beslenmeyle ilgili genelde uzman olmayan kişilerce bir şeyler popüler hala getirilir, bundan güzel paralar kazanılır sonra ise hatırlayan bile olmaz. İşte alkali diet konusu da şu andaki son moda…
        
        Vücut sıvılarımızdaki hidrojen iyonlarının (H+) konsantrasyonun bu sıvıların asidik veya bazik özellikler taşımasına sebep olur. H+ konsantrasyonunu belirtmek için pH sembolü kullanılır. H+ fazla olduğunda ph düşer ve asidoz denilen durum oluşur. H+ azaldığında ise ise pH yükselir ve alkaloz adı verilen durum oluşur. Vücudumuzda kanımızın pH'sını ortalama pH 7.4’ de sabit tutulmaya çalışan bazı sistemler vardır. Çünkü kan pH değerinin 7.35'in altında veya 7.45'in üzerinde olması durumunda hayati tehlike oluşur.

      Vücutta biriken H+’i uzaklaştıran en önemli sistem sodyumbikarbonat (NaHCO3) Tamponlama Sistemidir. Bu sistemde hücre içinde ve dışında NaHCO3 seviyesinin yükselmesiyle H+ ortamdan uzaklaştırılır. Böylece H+ konsantrasyonu azalır, asite dönmüş olan kan ve idrar pH'sı  yükselerek normal düzeye gelir ve alkali etki başlar.

      Vücutta biriken H+  yorgunluğun daha hızlı gelişmesine de sebep olur. Özellikle sportif faaliyetler alanında çalışan araştırmacılar artan H+ ‘nin vücuttan atılarak pH seviyesinin normale döndürülmesinin aşırı yorgunluğu engellediğini; egzersiz sırasında sporcuya dışarıdan NaHCO3 yüklemenin pH düzeyini yükseltmede yararlı olabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak bu alanda yapılan araştırmalarda performansın arttığını gösteren örnekler olduğu gibi olumlu etkisinin olmadığını gösteren örnekler de vardır.

      NaHCO3 ‘ın bilinçsiz kullanımı birçok hastalığa olumsuz etki edebilmektedir. Özellikle kişide potasyum kaybına yol açan bir durum varsa, metabolik alkaloz tehlikesi oluşur. Sodyum ve sıvı yüklemesi potansiyel taşıyan kişilerde kalp yetmezliğine yol açabilir. Bu yüzden, kalp veya böbrek yetmezliği sorunu olanlarda, hipertansiyonlularda, akciğerinde ödemi riski olanlarda, gebelik zehirlenmesinde dikkatli kullanılmalıdır.

      Ayrıca NaHCO3 ‘ın kontrolsüz kullanımı bazı ilaçların etkisini artırarak bazılarının ise azaltarak kişilerin gördükleri tedavileri olumsuz etkileyebilmektedir. Örneğin amfetamin, efedrin (astım ve solunum yolu rahatsızlıklarının tedavisinde), psödoefedrin (rinit, soğuk algınlığı ve grip tedavisinde) ve kininin (sıtma tedvisinde) toksisite seviyesini artırırken; lityum (bipolar bozukluk tedavisinde), klorpropamid  (oral antidiabetik) ve salisilatın (asprin vb.) ise etkinlik seviyesini azaltır.

       Mayo kliniklerinin de bu konudaki görüşü alkalin ph’daki sıvıları içmenin kanıtlanmış bilimsel bir etkisinin olmadığı yönünde… Kilo vermenin hızlı ve mucizevî bir yolu olmadığını öncelikle kabul etmek zorundayız. Kilo verme konusunda en büyük başarı kalıcı bol su içmek, yeterli miktarlarda sebze ve meyve tüketmek ve düzenli egzersiz yapmak gibi davranış değişikliği oluşturabildiğimiz takdirde gerçekleşmektedir. Kilo vermedeki ilk adımı metabolizmanın harcayabildiğinden daha fazla kalori tüketmeye son vermektir. Dengeli ve kalorisi ayarlanmış bir beslenme programını fiziksel aktivite ile desteklediğinizde kas kütlenizden değil yağ kütlenizden kilo vermeye başladığınızı göreceksiniz. Fiziksel aktivitenizi artırmak kas kütlenizi artıracaktır. Kas kütlesinin artması ise bazal metabolizmanızın daha hızlı çalışmasını böylelikle daha kolay kilo vermenizi sağlayacaktır.

14 Ocak 2013 Pazartesi


KIŞIN NE İÇELİM ?

Havaların soğumasıyla beraber içecek tercihlerimiz de değişmeye başlar. Kahve ve çay dışındaki bitki çayları içimizi ısıtırken aynı zamanda hem şifa verir hem de hastalıklardan korunmamıza yardımcı olurlar. Ayrıca bitki çayları kışın azalan su tüketimini de destekler.
Tabi bitki çayı denilince bazı bitkilerin ve çaylarının olumsuz etkilerinin olabileceği unutulmamalıdır. Bu sebeple de tıbbi bir tedavi görmekte olan kişilerin doktorlarına danışmadan hiçbir bitki çayını tüketmesini önermem.
Kışın güvenilirliğiyle ilgili endişe olmayan bitki çaylarının her birinin farklı özellikleri ön plana çıkmaktadır.

Ihlamur: İdrar söktürücü, göğsü yumuşatıcı ve balgam söktürücü özellikleri ile kış aylarının vazgeçilmez içecekleri arasında bulunmaktadır. Ayrıca hazmı kolaylaştırıcı etkisi vardır. 1 tatlı kaşığı bal ile içildiğinde mideyi rahatlatır. Bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesine de yardımcı olarak soğuk algınlığı ve gribe karşı koruyucu etki gösterir.

Kuşburnu: Yüksek oranda C vitamini içeren kuşburnu kan sulandırıcı etkisinin yanı sıra bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesine de yardımcı olarak soğuk algınlığı ve gribe karşı koruyucu etki gösterir.

Adaçayı: Adaçayı kuvvetli bir antioksidandır. Antioksidan özeliği ile bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara yakalanma ihtimalini azaltır. Vücutta oluşan ve biriken zararlı maddeleri vücuttan atarak hücrelere zarar vermeyecek hale getiren sisteme antoksidan sistem, bu sisteminin çalışmasını sağlayan maddelere ise antioksidan maddeler denmektedir. Yemek sonrası içildiğinde hazmı kolaylaştırır. Ancak bileşiminde bulunan bazı aromatik maddeler yüksek dozlarda alınırsa zehirli olabilir. Bu sebeple dikkatli tüketilmelidir.

Çay: Son yıllarda çayın sağlık üzerine etkilerine yönelik araştırmalarda çayda bulunan polifenoller ve flavonoidlerin hücre ve dokulardaki oksidasyonu engelleyici antioksidan etkileri tespit edilmiştir. Günlük 6 fincana kadar çay tüketiminin 1 hafta içinde kan antioksidan kapasitesinde artış sağladığı gözlenmiştir. Ayrıca içerdiği kateşinlerin metabolizmayı hızlandırarak kilo kontrolüne yardımcı olduğu düşünülmektedir. Ancak çayın bu faydalarının yanı sıra, özellikle demir emilimini azaltıcı (çay limonlu içilirse bu etki azalır) ve kalp ritmini bozucu etkilerinde dolayı günde 3-4 fincandan fazla içilmemesi önerilmektedir.

Kahve: İçerdiği kafeinin santral sinir sistemini uyarıcı etkisi vardır. Kafeinin etkileri kişiden kişiye farklılık göstermekle beraber en sık rastlananlar kalpte ritim bozukluğu ve çarpıntı, hipertansiyon, kansızlık ve mide rahatsızlıklarının artmasıdır. Uyanık kalmak ve yorgunluğu azaltmak amacıyla biraz fazla tüketilmesi bağımlılık değilse de alışkanlık yapabilmektedir. Ayrıca kafein idrar ve dışkı yoluyla az miktarda kalsiyum kaybına da neden olmaktadır. Bu sebeple kahveyi latte veya capuccino şeklinde sütlü olarak içmek kalsiyumu takviyesine yardımcı olacaktır. Kilo kontrolü sağlamak amacıyla tam yağlı süt yerine düşük yağlı veya yağsız sütler tercih edilebilir.

Kakao: Çok eski dönemlerden itibaren uyarıcı etkisi sebebiyle konsantrasyonu artırdığı bilinen kakaonun başka faydaları da bulunmaktadır.Nottingham Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma kuvvetli bir antioksidan olan ve kakao çekirdeğinde bulunan flavanolün, beyne daha fazla oksijen gitmesini sağladığını göstermiştir. Ayrıca kakaonun LDL kolesterolün oksidasyonunu önleyerek damar hastalıkları riskini azalttığını gösteren çalışmalar da vardır. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından Panama’da kakaonun doğal biçimini tüketen Kızılderili kabileleri üzerinde yapılan incelemelerde araştırmaları destekleyen bulgular tespit edilmiştir. Uzmanlar bu noktada, kakaonun yüksek oranda yağ ve şekerle alınmamasını gerektiğini vurgulamaktadırlar.

Yazımın sonunda kakaoyu tedavi amaçlı kullandıkları bilinen Aztek kabilelerine ait son derece sağlıklı bir  tarif paylaşmak istiyorum. Bu içecek soğuk kış günlerinde yavaşlayan metabolizmanızın hızlanmasına ve böylelikle yağ yakımının artmasına yardımcı olacak... 

MALZEMELER
1 su bardağı yağsız süt
1 tatlı kaşığı bal
1 çay kaşığı küçük küçük kesilmiş taze zencefil
5 adet karanfil 
1 çay kaşığı kırmızı biber
2 yemek kaşığı şekersiz kakao
1 çay kaşığı vanilya

HAZIRLANIŞI
Büyük bir cezveye süt, bal, zencefil, karanfil ve kırmızıbiberi koyun. Orta kısıklıktaki ocakta ısıtmaya başlayın, kaynamaya başlayınca altını kısıp 3 dakika kadar kaynatın ve ocaktan alın. Tel süzgeçten süzün, kakao ve vanilyayı ilave ederek köpürünceye kadar karıştırın. Isıtılmış fincanlarda servis edin.Afiyet olsun...

10 Şubat 2012 Cuma

KIŞIN KASVETİNDEN KURTULMANIN ZAMANI GELDİ


Kış mevsimi dikkat edilmediği takdirde yazı diyet yaparak geçirip istediği kiloya inenler için bir kabusa dönüşebilir. Özellikle kalorisi kısıtlı, hayat tarzına uygun ayarlamaları yapılmamış tek tip diyet listeleri bu mevsiminde daha fazla kontrolden çıkmanıza sebep olabilir.Bunun sebebi kışın metabolizmanın daha yavaş çalışmaya başlamasıdır. Soğuyan havaya uyum sağlayabilmek için vücut yaz mevsimine kıyasla daha fazla yağlanma eğilimi gösterir; bu durum da kilo almayı maalesef hızlandırır.Ayrıca havaların erken kararmasından dolayı fazla dışarı çıkılmaması az çalışan metabolizmayı daha da tembelleştirir.
Kış mevsiminin özelliklerine göre ayarlanmış yeterli ve dengeli bir beslenme programı ile süratle forma girdiğinizi, üzerinize çöken rehavetten kurtulduğunuzu fark edeceksiniz. Sağlıklı yiyeceklerden oluşan dengeli bir kahvaltı ile güne başlamak çok önemlidir. Böylelikle hem kan şekerinin normalin altına düşmesi engellenmiş hem de metabolizmanın çalışmaya başlaması sağlanmış olur.  Kahvaltıda ve aralarda çay ve kahve yerine C vitamininden zengin meyve suları ve bitki çayları tercih edilebilir. Sık sık ve az az beslenmek, ara öğünlerde kan şekerini destekleyici besinlere yer vermek ara öğünü takip eden ana öğünde hem yavaş hem de daha az yenilmesine yardımcı olacaktır. Aralarda omega -3 içeriği zengin ceviz, badem gibi yağlı tohumlar kilo alımına sebep olmayacak ölçülerde yenebilir.
     Öğlen yemeğini kuvvetli yiyip akşamı yağsız ızgaralar, az yağlı pişirilmiş sebzeler ve salatalarla geçirmek önemlidir.
Yemeklere mutlaka eşlik etmesini önerdiğimiz salatalar kilo kontrolüne yardımcı olmasının yanı sıra zengin vitamin içerikleriyle de gün içinde düşen enerjinizin yenilenmesine yardımcı olacaklardır. Tabi vitamin kaybını en aza indirmek için hazırlandıktan hemen sonra tüketmeye dikkat etmelisiniz.
Yaz mevsiminin bitmesiyle birlikte su içiminde ciddi bir azalma olur.  Sıcak içecekler daha fazla içildikçe suya olan ilgi de azalır. Unutulmaması gereken en önemli nokta suyun yerini meyve suları da dahil olmak üzere hiçbir içeceğin tutmayacağıdır.
Yaşamakta olduğumuz şu soğuk kış günlerinde yoğun vitamin içerikleriyle bağışıklık sisteminizin güçlenmesini sağlayacak 3 farklı smoothie tarifi hazırladım.Her haftanın 1 günü tek bir öğünde; tarifleri kullanmak kilo kontrolü sağlamanın yanı sıra  vitamin ve mineral açığınızı da kapatacaktır.



KAHVALTI
½ su bardağı doğranmış ananas
½ su bardağı yaban mersini
½ su bardağı doğranmış elma
½ su bardağı probiotik yoğurt
1 avuç kavrulmamış tuzsuz badem
1 yemek kaşığı keten tohumu
Tüm malzemeyi blenderde pürüzsüz bir kıvama gelinceye kadar karıştırıp hemen için.

ÖĞLEN
½ su bardağı doğranmış kivi
½ su bardağı doğranmış greyfurt
1 yerli muz
½ su bardağı doğranmış ekşi yeşil elma
1 yemek kaşığı pekmez
1 tatlı kaşığı toz tarçın
Tüm malzemeyi blenderde pürüzsüz bir kıvama gelinceye kadar karıştırıp hemen için.

 AKŞAM
1 su bardağı doğranmış ananas
½ su bardağı doğranmış mango
1 su bardağı nar suyu
½ kibrit kutusu kadar taze zencefil
2 tam ceviz
Tüm malzemeyi blenderde pürüzsüz bir kıvama gelinceye kadar karıştırıp hemen için.


9 Eylül 2011 Cuma

SONBAHAR YORGUNLUĞUNA KARŞI


Yaz boyunca dengesiz beslenen ve yoğun tempodan dolayı bitkin düşen vücudumuz sonbahar mevsiminin sıcaklık dalgalanmalarından oldukça olumsuz etkilenir. Bu mevsimde özellikle soğuk algınlığı ve bağlantılı hastalıkların görülme sıklığı artar. Hastalıklara yakalanmamanın ya da yakalandıysak da en azından hastalığı daha hafif atlatmanın ilk şartı bağışıklık sistemini güçlendirmektir.
Yaz biter bitmez bağışıklık sistemini güçlendirdiği bilinen vitamin ve mineralleri içeren besinlere ağırlık veren bir beslenme programına geçildiği takdirde sonbahar sorunsuz atlatılacaktır. Vitaminlerden A,C ve E, minerallerden ise selenyum, çinko, magnezyum ve demir bağışıklık sistemini güçlendirirler. Bu vitamin ve mineraller aynı zamanda yüksek antioksidan özellik taşırlar. Antioksidanlar serbest radikal denen kansere sebep olma potansiyeli taşıyan ajanların hücreleri oksitlemesini önlerler. Doktorlar ilaç önermedikçe vitamin ve minerallerin doğal yollarla yani besinlerle alınmasına gayret edilmelidir.
Sigara içenlerde C vitamini başta olmak üzere birçok vitaminin ve mineralin emilimi olumsuz etkilenmektedir. Bu sebeple sigara içenlerin içmeyenlere oranla vitamin ve mineral ihtiyaçları daha fazladır. Bunun için ağırlık verilmesi gereken besinler şunlardır:

A vitamini: Karaciğer, havuç, kayısı, kavun, yumurta, ıspanak, kabak, domates, karaciğer, brokoli, marul

C vitamini: Limon, portakal, greyfurt, kivi, roka, maydanoz, yeşil sivri biber, kuşburnu, domates

E vitamini: Tüm bitkisel yağlar ve yağlı tohumlar

Selenyum: Deniz ürünleri, böbrek, yürek, etler

Çinko: Bulgur, badem içi, ceviz, balık, et, karaciğer süt, yumurta, kuru baklagiller

Magnezyum: Yağlı tohumlar, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, muz, tahıllar.

Bağışıklık sistemini güçlendirmede diğer bir önemli grup probiyotik besinlerdir. Probiyotikler bağırsaklarımızdaki faydalı bakterilere benzerler. Kansere karşı da koruyucu etkileri vardır. Prebiyotik ise besinlerdeki sindirilemeyen gıda partikülleridir. Kalın bağırsaktaki faydalı bakterilerin üremesine yardımcı olurlar. Örneğin yoğurt ve kefir hem probiyotik hem de prebiyotik bir besindir. Kefirin faydalı bakteri oranı yoğurttan çok daha fazladır. Günlük beslenme düzeni içinde mutlaka yoğurt ve kefire yer vermek hastalıklardan korunma da destek sağlayacaktır.
Güçlü bir bağışıklık sistemi için vücudun ihtiyacı olan proteinin alınması şarttır. Özellikle hayvansal kaynaklı protein kaliteli protein olarak kabul edilir. Ancak bu grupla birlikte hayvansal yağ alımı da olacağından kan yağlarıyla ilgili sorunu olan kişilerin sonbahar ve kış dönemimde protein ihtiyaçlarını karşılamak için kurubaklagilleri kullanabilirler. Kurubaklagiller neredeyse hayvansal besinlere yakın oranda protein içerirken hiç kolesterol ve yağ içermediklerinden kan yağlarını yükseltici etki de göstermezler. İyi bir protein kaynağı olan balık aynı zamanda kalp sağlığı için çok faydalı olan omega-3 yağ asitlerinden de zengindir.
Sadece bu döneme özel değil genel olarak yoğun katkı, aroma ve boya maddesi içeren besinleri yemekten kaçınmak yapılacak belki biraz radikal ve zor ama en doğru iş olacaktır. Bunların arasında cipsler, şeker içeriği yüksek yiyecekler ve içecekler, margarin kullanılarak yapılan tüm hamur işleri ilk akla gelenlerdir. Şekerli ve unlu besinlerin fazla tüketilmesi önce kan şekerinin normal seviyelerin altına düşmesi olarak tanımlanan hipoglisemiye, ilerleyen zamanlarda ise diyabete kadar uzanan bir tabloya sebep olabilmektedir. Özellikle uzun süreli açlıklar sonrasında yenildiklerinde ortaya çıkan hipoglisemi tablosu fark edilmediğinde kişide sebebini bilmediği bir yorgunluk, bezginlik ve bıkkınlık duygusu ve hatta beraberinde depresyonu bile getirebilmektedir.

7 Eylül 2011 Çarşamba

YAZ BİTTİ VE VERDİĞİNİZ KİLOLAR GERİ Mİ GELDİ ?



Yaz mevsimi kışı diyet yaparak geçirip de istediği kiloya inenler için bazen bir bayram havasında geçebilir. Özellikle kebaplar, mangallar yanında pideler ve lavaşlar… Tabi bunlara eşlik eden bazen alkollü bazen alkolsüz ama kesinlikle çok kalorili buz gibi içecekler… Güzel bir çoban salataya hakkını vererek koyduğunuz zeytinyağınız ve Ezine peyniriniz bile aslında göründüğü kadar masum değildi… Lezzeti yağından gelen domates sosuna bulanmış biber, patlıcan ve kabak kızartmalarını yerken biraz tereddüt ettiniz ama yarın dikkat ederim diyip geçiştirdiniz belki de… Aralarda kışın olduğu gibi baklavalar yemediniz belki ama üzerine bol sos döktürdüğünüz 3 top dondurmanız da baklavayla yarış halindeydi… Hele meyveler kaç kişi dutu, kirazı veya üzümü sayarak yedi? Havaların daha geç kararması akşam yemek sonrası organizasyonlarına izin verdikçe yemek programı daha da ağırlaştı. Gittiğiniz yerlerde içtiklerinize biraz cips biraz kuruyemiş veya kraker eşlik edince de olanlar oldu tabi. Başlarda yaz mevsimin özelliğinden dolayı yeseniz de hızlı kilo almadınız, sonra biraz aldınız ama bazen yüzerek bazen yürüyüş yaparak dengeleyebildiniz. Ama üst üste gelen programlar düzene girmenizi engelledi. İpin ucu kaçınca da bir baktınız ki gelmiş kilolar ve selülitler… Sonuç moral bozukluğu…
Tabi ki değil. Kışa girerken dikkat edilmesi gereken en önemli konu havadaki ısı değişikliğine uyum sağlayabilmek için metabolizmada meydana gelen azalmadır. Azalan metabolizma hızına yağışlı ve soğuk hava, yoğun iş temposu ve kısalan günler sebebiyle azalan fiziksel aktivite de eklenince kilo almak kaçınılmaz hale gelebilir. Bu sebeple yapılması gereken ilk iş yoğun kalori içeren besinlerin günlük hayattaki miktarlarını azaltarak ve daha dengeli bir beslenme düzenine geçmektir.
Sık sık ve az az beslenmek, ara öğünlerde kan şekerini destekleyici besinlere yer vermek ara öğünü takip eden ana öğünde hem yavaş hem de az yenilmesine yardımcı olacaktır. Öğlen yemeğinin kuvvetli yenmesi durumunda akşam öğününü yağı ayarlanarak pişirilmiş sebzeler ve salata eşliğinde hafif geçirmek yine önem taşımaktadır.
Yaz mevsiminin bitmesiyle birlikte su içiminde ciddi bir azalma meydana gelir. Sıcak içecekler daha fazla içildikçe suya olan ilgi de azalır. Unutulmaması gereken en önemli nokta suyun yerini meyve suları da dahil olmak üzere hiçbir içeceğin tutmayacağıdır. Özellikle kafein içeren içecekler su atımını hızlandırarak vücudun suya olan ihtiyacının artmasına sebep olurlar.
Sağlıklı yiyeceklerden oluşan dengeli bir kahvaltı ile güne başlamak çok önemli... Böylelikle hem kan şekerinin normalin altına düşmesi engellenmiş hem de metabolizmanın çalışmaya başlaması sağlanmış olur.  Kahvaltıda ve aralarda çay ve kahve yerine C vitamini yönünden zengin olan meyve suları veya kuşburnu çayı tercih edilebilir.
Aralarda omega -3 içeriği zengin ceviz, badem gibi yağlı tohumlar kilo alımına sebep olmayacak ölçülerde yenebilir. Bunların yanında çok az kahve konulmuş süt hem kan şekerinin toparlanmasına hem de kalsiyum ihtiyacını karşılamaya yardımcı olacaktır.
Yemeklerde tüketilecek olan salatalar hem kilo kontrolü sağlayacak hem de zengin vitamin içerikleriyle gün boyunca düşen enerjiyi yenilenmesine yardımcı olacaklardır. Salata, meyve ve meyve sularında vitamin kaybının en aza indirilmesi için hazırlandıktan hemen sonra tüketmeye dikkat edilmelidir. Özellikle C vitamin çok süratli kayba uğramaktadır. Yemeklerde hayvansal veya bitkisel protein kaynaklarına gereken yer verildiğinde yorgunluk belirtilerinin hızla azaldığı görülecektir. Kolesterol sorunu olanlar kırmızı et yerine balık ve kuru baklagilleri tercih edebilirler.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

ALTIN ÇİLEK GERÇEĞİ

Artık her baharda bir meyvenin hapının zayıflamanın mucizevî çözümü olarak sunulmasına alıştık galiba. Geçen sene kırmızıbiber hapı, ondan önce acai berry, yaban mersini, ananas, elma ve daha niceleri… Bu senenin mahsulü ise başbakanımızın desteğini de arkasına alan altın çilek…
Son iki, üç aydır kafamızı nereye çevirsek altın çilek hapı mucizesini anlatan bir yazı görüyoruz. İnternette arattığınızda karşınıza bu ilaçların ‘gerçek’ satış firması olduğunu iddia eden yüzlerce site çıkıyor. Hepsi de ürünlerinin ‘Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’ onaylı olduğunu belirtiyorlar. Tabi biz ‘bana bir şey olmaz’ ilkesiyle yaşamını sürdüren bir milletin evlatları olarak bu izin gerçekten var mı varsa ne için var diye asla sorgulamayız. E zaten diyet yapmak da hem zor hem sabır isteyen bir iş. Oysaki içiyorsun bu hapı veriyorsun ayda 10 kilo alan razı satan razı… E tabi arada bazı iş kazaları da olmuyor değil…
Geçen sene Lida adlı haptan bu sene de kullandığı altın çilek hapı nedeniyle kalp krizi geçirerek öldüğü iddia edilen insanlara ne olacak peki… Böyle durumlarda davranış şeklimiz başımıza gelmediği için şükretmek ve gelmemesi için dua etmekten öteye geçmez ne yazık ki. İnanılır gibi değil ama hala çevremde bu ölüm vakasına rağmen altın çilek hapını kullanabilir miyim diye soran insanlar var.
Esas olay bana göre Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker'in geçen pazar günü gazetelerde çıkan "Bizim bakanlığımız bu ürüne herhangi bir onay vermedi. Ürün tamamen sahtedir" açıklamasıdır... Yani altın çileğe sadece meyve olarak izin verilmiş takviye edici gıda olarak üretim izni verilmemiş. Madem sahteydi bu kadar ay ne beklendi bilinmez.
Her sene başka bir meyvenin özü olduğu iddia edilerek piyasaya sürülen benzer hapların merdiven altı imalathanelerde sağlıksız bir şekilde üretilenlerinin veya Çin vb. ülkelerden ithal edilenlerinin içinde genellikle yasaklanmış olan 2-3 madde kullanılmaktadır. Bu maddelerin başında tokluk merkezini uyaran sibutramin ve metabolizmayı hızlandıran efedrin türevleri gelmektedir. Her 2 madde de FDA denilen Amerikan ilaç ve yiyecek birliği tarafından ÖLÜME sebep olan yan etkilerinden dolayı yasaklamıştır. Yan etkiler kendisini yüksek tansiyon, kalp krizi veya beyin kanaması ve felç şeklinde göstermektedir.
Peki bu kadar anlatılan altın çileğin kendisinden bahsetmek istiyorum. Altın çilek meyvesi bilye büyüklüğünde parlak ve turuncu-sarı bir dış yüzeye sahiptir. Meyvesi kağıdımsı bir kabuğa sarılıdır. Meyveler vitamin açısından zengindir, hoş bir kokusu vardır. Ham meyveler ekşidir, güneşte olgunlaştığında sarı-turuncu renge dönerler ve tatlanırlar. Yapısı domatesi andırır, suludur, içerisinde çok ufak çekirdekleri vardır.
Tabi ki doğadaki her bitki gibi altın çileğin de faydaları var. Özellikle flavanoid ve alkoloidlerden zengin yapısı sayesinde güçlü antioksidant etki gösterir. Antioksidant maddeler vücudumuzu serbest radikal denen zararlı ajanlara karşı korurlar. Yabancı kaynaklarda aitın çileğin en çok kan inceltici / kan sulandırıcı etkisine vurgu yapılıyor. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde tansiyonu düşürdüğü ve kan inceltici etki göstererek kanama riskini artırdığı rapor edilmiş. Bu sebeple de özellikle kan hastalığı olanların, kan inceltici, kan sulandırıcı ilaçlar kullananların, tansiyon tedavisi görenlerin, kalp rahatsızlığı olanların kullanmasına ancak doktor kontrolünde ve fayda zarar değerlendirilmesi dikkatlice yapıldıktan sonra izin verilebileceği belirtiliyor. Yani meyvesini için bile bizim yaptığımız gibi bol bol yiyin denmiyor...


                                          

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Bahar Yorgunluğunu Atlatmamıza Hangi Besinler Yardımcı Olabilir ?

Herkese merhaba, bahar yorgunluğuna karşı kullanacağımız besinler yazısını sözde hemen ekliyordum ama nerede…2 çocuk,2 iş ve 2 ev arasında bölününce yazı da ancak 15 gün sonra gelebildi. Neyse ki yaz mevsiminin ben yazımı eklemeden geleceği yok J.
Güçlü bir bağışıklık sistemi ile düzgün çalışan bir sindirim sisteminin yorgunluktan kurtulmamızın daha doğrusu daha az yorulmamızın anahtarı olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple de yazımda yer verdiğim besinlerin ortak noktaları güçlü antioksidant özellikleri ve bağışıklık sistemini güçlendirici etkileri. Umarım faydalanırsınız. Hepimize kolay gelsin...


ENGİNAR

Enginar papatyagiller familyasından mavi-mor çiçekli bir bitkidir. En önemli etken maddeleri klorejenik asit, sinarin, inulindir. Klorejenik asit antioksidant özelliği ile karaciğer hücrelerini koruyucu etki gösterir. Ayrıca safra salgısını artırır. Safra bağırsak hareketlerini arttırarak dışkının boşaltılmasına yardımcı olur. Bu sayede bağırsakların da düzenli çalışmasına yardım ederken; bağırsakta bulunan yağların da daha hızlı geçişini ve parçalanmasını sağlayarak sindirimi hızlandırır. Bu sayede de kilo vermeyi hızlandırıcı etki gösterdiği düşünülmektedir.
Enginardan mide bulantısını önleyici, gaz giderici, spazm giderici etkisi özellikleri sayesinde irritabl (hassas) bağırsak sendromunun ve dispepsinin (şişkinlik) tedavisinde de faydalanılmaktadır.Enginarın değişik toksinlerle karşı karşıya kalan karaciğer hücrelerinin yenilenmesini hızlandırdığı düşünülmektedir. Ayrıca kolesterol düşürücü etki gösterebileceği de rapor edilmiş olan enginarı enginarı özellikle zeytinyağlı olarak tüketmenizi tavsiye ederim.


DOMATES
Domates C ve E vitaminlerinden ve potasyumdan zengin olmasının yanı sıra yüksek oranda likopen içerir. En güçlü antioksidantlardan biri olan likopen parlak kırmızı renkte bir karetenoit pigmenttir ve kırmızı renkli diğer sebze ve meyvelerde de bulunur. Yağda çözünen bir yapısı vardır. Bu sebeple likopen içeren besinler mutlaka yağlı olarak tüketilmelidir. Güçlü antioksidant özelliği sayesinde hücreleri serbest radikal hasarına karşı korur ve kanser oluşumunu engeller.Ayrıca zihinsel ve bedensel yaşlanmayı yavaşlatır. Yapılan çalışmalar başta prostat ve rahim ağzı kanseri olmak üzere bazı kanser türlerine karşı koruyucu etkisi olduğunu göstermiştir. Yapılan çalışmalarda likopenin LDL kolesterolün oksidasyonunu azaltarak kalp ve damar hastalıklarına yönelik koruyucu ve önleyici etki gösterdiği tespit edilmiştir. Likopen ayrıca vücudun su tutmasını engelleyerek kan basıncının düşmesine yardımcı olmaktadır.Yavaş yavaş mevsimi başlayan domatesi besin öğelerinden özellikle de likopenden en iyi şekilde faydalanmak için mutlaka yağlı ve mümkünse ezilmiş ve hafif ısıtılmış olarak yemenizi tavsiye ederim. 

ISIRGAN OTU

Isırgan her tarafı sert tüylerle kaplı, dikenli koyu yeşil yaprakları bulunan bir ottur. İçerdiği klorofil, demir, çinko, potasyum, magnezyum, beta karoten, K,C,E vitaminleri ve flavonoidler sayesinde başta bağışıklık sistemini destekleyici olmak üzere birçok alanda destekleyici etki gösterir. Güçlü antioksidant özelliği ile hücrelerimizi serbest radikal hasarından koruyarak kanseri önleyici rol oynar. Ayrıca metal bağlayıcı özelliği ile de toksik maddelere karşı koruyucu etkisi vardır.
Özellikle bu aylarda başlayan saman nezlesi veya bahar nezlesi gibi mevsimsel alerjik reaksiyonlara karşı kullanıldığında alerji belirtilerinin hafiflemesine yardımcı olmaktadır. Osteoartritli hastalarda ağrıyı azaltıcı etkinlik gösterebilmektedir. Diüretik yani su atıcı etkisi de vardır. Bu sebeple idrar yolları hastalıklarında ve böbrek taşı sorunu olanlarda tıbbi tedaviyi destekleyici olarak kullanılabilmektedir. Antiinflamatuar etkinlik göstererek enfeksiyona karşı korunmaya da yardım eder. Bununla beraber yapılan çalışmalar prostat dokusunun büyümesini engelleyerek prostat büyümesine ve kanserine karşı da etkili olabileceğini göstermektedir.
Bu mevsimde bolca bulabileceğiniz ısırganı ister yemeğini, çorbasını veya böreğini yaparak isterseniz de çay olarak tüketebilirsiniz. Tabi ayıklarken ve yıkarken eldiven giymeyi sakın unutmayın J . Açıkçası bu seneye kadar ben de denememiştim. Biz geçen aylarda yumurtalı yemeğini yaptık gayet de lezzetli olduğunu söyleyebilirim. Hatta ev halkı ıspanaklı yumurta olduğunu düşünerek yedikten sonra gerçeği itiraf ettiğimde oldukça şaşırdılar.


YUMURTA

İlerleyen günlerde yumurtayla ilgili satın almadan saklamaya ve pişirmeye kadar detaylı bir yazı hazırlayacağım ama yorgunluktan kurtulmamıza önemli katkısı olacağından şimdi de kısaca bahsetmek istiyorum.
Yumurta, bir insanın ihtiyacı olan tüm besin öğelerini barındıran tek besindir. Tabi bir de anne sütü var ama onun için yaşımız biraz geçti. Annesi hayatta olan şanslı arkadaşlar 3 öğün sevgisiyle beslensinler her derde deva olur J
Yumurta çok kaliteli ve sindirilebilirliği çok yüksek bir proteine yapısına sahiptir. Bu sebeple içerdiği proteinin tamamına yakını vücudumuz tarafından kullanılabilmektedir. Ayrıca yaşamamız için gerekli A, D, E, C ve B grubu vitaminleri ile çinko ve demir mineralleri başta olmak üzere birçok vitamin ve minerali de önemli miktarlarda içerir. Bu yüzden yumurta hem büyüme ve gelişme için hem de bağışıklık sistemi için önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle zengin demir içeriği sayesinde kanın oksijen taşıma kapasitesi artar. Bu sayede hem daha geç yoruluruz hem de yorgunluk halinden daha hızlı kurtuluruz. Yumurtanın besin değerlerinden en iyi şekilde faydalanmak için katı pişmiş olarak yemenizi tavsiye ederim. Yumurtanızı koyduğunuz su kaynamaya başladıktan 11-12 dakika sonra yemeye hazırdır.


EKİNEZYA

Vücudumuzu bakteri ve virüslerden koruyan doğal öldürücü hücrelerin ve akyuvarların üretimini ve etkinliğini artırarak bağışıklık sistemini güçlendirerek sağlık algınlığı ve influenza (grip) gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarının tedavisinde tercih edilir. Yapılan çalışmalarda ekinezyanın soğuk algınlığı belirtilerinin şiddetini ve süresini azalttığı kanıtlanmıştır. Ekinezya ve C vitamininin birlikte kullanımı üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunmaya yardımcı olmaktadır. Ekinezya çay olarak da besin desteği olarak da kullanılabilir.

SARIMSAK

Sarımsağın çok eski zamanlardan beri bazı sağlık problemlerinin tedavisinde yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Genel olarak yüksek kan yağlarının düşürülerek trigliserid ve kolesterol seviyesinin düzenlemesinde, hipertansiyonun kontrol altına alınmasında ve bağışıklık sisteminin desteklenmesinde kullanılmaktadır. Bunların yanı sıra doğal bir antibiyotik olan sarımsağın antifungal (mantar önleyici) , antibakteriyel ve antiviral etkilerinin de olduğunu gösteren çalışmalar da vardır. Özellikle bu mevsimde çıkan taze sarımsağı ister yemeklerde ister salatalarda cömertçe kullanmakta fayda var.


ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ

Üzümün çekirdeği E ve C vitaminlerinden bile daha güçlü antioksidant etkiye sahiptir. Güçlü antioksidant özelliği ile kansere karşı koruyucu rol oynar. Özellikle vitamin C,E ve beta karoten kombinasyonu ile yapılan çalışmalarda üzüm çekirdeğinin serbest radikallere, lipit peroksidasyonuna ve DNA yıkımına karşı güçlü bir koruma sağladığı tespit edilmiştir. Ayrıca vücuttaki serbest radikallerin olumsuz etkilerini engelleyerek ciltteki yaşlanma belirtilerinin azalmasında, ödem ve kanamaların engellenmesinde de etkili olabilmektedir.
Üzüm çekirdeğindeki flavonoidler (kateşin,quarsetin,myricetin ve kaempferol) lipitlerin oksitlenip damar cidarında birikmesine de engel olurlar.Böylece damar sertliğine karşı önleyici etki göstererek kalp hastalıklardan korunma sağlarlar.
Bu aylarda henüz yeni yeni çıkmaya başlayan üzümü mutlaka sirkeli suda en az 15 dk. bekleterek çok iyi yıkamaya ve çekirdeklerini de çiğneyerek yemeye dikkat etmeliyiz.



YEŞİL ÇAY

Yeşil çay bildiğimiz siyah çayla aynı bitkiden elde edilir sadece fermantasyon işlemine tabi tutulmaz. Bu sebeple de çok yüksek oranda antioksidant etkiye sahiptir. Antioksidant özellikleri sayesinde de zihinsel yorgunluğun giderilmesine ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.
Yeşil çaydaki en etkin grup polifenollerdir (kateşinler). Geri kalan etken maddeler arasında kafein de bulunur. Yeşil çay içerdiği bu maddeler sayesinde sempatik sinir sistemini uyararak enerji tüketiminin arttırılmasını sağlar. Bu sayede yağ yakımına yardımcı olarak zayıflama sürecini desteklediği düşünülmektedir.
Ayrıca yapılan çalışmalarda yüksek yeşil çay tüketiminin trigliseridi, toplam kolesterolü ve LDL kolesterolünü düşürdüğü; HDL kolesterolünün ise seviyesini yükselttiği görülmüştür.
Eğer yeşil çayın kendi tadından çok hoşlanmazsanız piyasada değişik bitkilerle desteklenmiş yeşil çaylar bulunmakta. Tabi burada dikkat edilecek nokta çaya aroma değil o bitkinin kendisinin ilave edilmiş olması. Yani kayısılı yeşil çay alıyorsanız içinde doğala özdeş değil doğal kayısı aromasının olması gerekir. Eğer siz de benim gibi sorduğunuz kişilerden yeterli açıklamayı alamayıp tereddüt yaşıyorsanız en iyisi kendi çay karışımınızı kendiniz hazırlayın.

MELİSA

Oğul otu olarak da bilinen limon kokulu bir bitkidir. Akdeniz iklimine sahip bölgelerde yetişir. Sakinleştirici bitkiler arasında yer alarak uyku düzeninin sağlanmasında yardımcı olur. Özellikle stres kaynaklı mide rahatsızlıklarında rahatlatıcı olarak da kullanılabilir. İçimi gayet rahat ve lezzetli bir çay oluyor. Akşamları içmeye başladığımızdan beri gerçekten uykuya dalışımız daha kolay olmaya başladı ama melisadan mı psikolojik mi ayırt etmek zor…